28 Şubat 2010 Pazar

bugün her şey iyi?

pazar gunlerini severim
belgsel izler, kuslarin hayatini
maymunlarin askini
zebranin kacisini
ormanlardan uzak odamda
cay icer, izlerim.
bir de benim belgeselim var
yonetmeni belli
hayatim, askim, kacisim
guluyorum ben orda
güzel bir hareket çekmişim dünyaya
iyi gozukuyorum, iyi
iyi bugun hersey iyi..


bugünün maliyeli ve gözyaşılı havasına pek uymasa da ben bugün bu şarkıyı dinledim uzun süreden sonra.
mor ve ötesini ama en çok eskilerini hala seviyorum.

26 Şubat 2010 Cuma

bence şu an edip akbayram'ın 1 mayıs marşını kuzey'in oğlu adlı programda söylemesi tüyleri diken diken eden ne kadar güzel bir şey. erkenden sakarya caddesine selam göndermesi...bizzat gitmişti de zaten...
gerçi canlı değil ama ben ilk defa duyuyorum ve görüyorum marşın tvde, kanallardan birinde söylendiğini.
volkan konak'a kızmıyorum o yüzden. bence daha fazla nazım şiiri okuyup daha fazla sunay akınları bir birine karıştırmalı. hatta yeni türküleri de, ahmet kayaları da eklemeli bu karışıma.



25 Şubat 2010 Perşembe

bo ya da bö

Dersaneden çıkıp doktora gitme aralığında, aydınlık ama yağmurlu havayı, kalorifer yanında, smoking areada, çay eşliğinde izlemenin en güzel yeri sanırım artık tenedosa tercih ettiğim (cb sayesinde) , günün bu saatinde henüz kalabalıklaşmamış olan Orta Dünya.

Benden başka sadece 2 adet kırmızı winston ve camel kızlar var. Laptoplarıyla bu ahşap ve mütevazi havayı bozsalar da sesleri küçük küçük yankılanıyor ya, tam yalnızlık ve yalnızlığın birilerinin yanındaki görüntüsüne göre.

Oysa b.o fonda "en küçük ses bile sanki gök gürültüsü
içim kıpır kıpır, deniz kıpırtısı" diyor tam bu sırada.

Takdir edersiniz ki b.o için değil de b.ö için tam bir hüzün atmosferi. Ama havanın kokusunun ve koşturan insanların ve yağan yağmurun ve aslında huzurlu olan bu yalnızlığın "yerinde" bir hüzünden başka ne getirmesini bekleriz ki?

Ve ben uzun zamandır ilk defa klavyeyle değil, kalem ve kağıtla konuşmaktayım ki bu hüzünlü içimi daha da rahatlamış kılmakta. Oh be diyorum...eskisi gibi...ders defterlerimin arkasına orda burda yazılmış notlar bırakıyorum ki seneler sonra şimdiye kadar olduğu gibi açıp okuyup o anı, zamanları hatırlayayım. ( nerdeyse bütün defterlerimi hala saklama gibi bir alışkanlığım var. dedenin torunu, annemin kızı olduğunu düşünürsek en küçük anıyı bile sonsuza kadar saklama alışkanlığımın yadırganmaması gerekir. en azından ben, bu özelliğimden çok gururluyum:)

Kendimin bu hallerini özlemişim. Bu zamana adım atarken en çok korktuğum benim bu yalnızlık hallerimdi o koşturmacadan sonra. Ama insan her şeye alışıyor değil mi? Ben de alışıyorum bu duruma. Alışmak demişken, yağmur altında koşturan insanları izlerken camın önünden bastonla, yavaş yavaş yürüyen dedemi görüyorum, öyle hayal ediyorum, hayal edince bakışı ve bir mimiği geliyor gerçekmiş gibi gözümün önüne. İnsan her şeye de alışır mı gerçekten?

cbmin dediği gibi henüz daha çocuğum. hayatın, en kötü halinin, birinin bana aldığı meyvalı dondurmayı sevmemek gibi kötü olmasını isteyecek kadar.

Fondan, "her şey geçer, hayat kalır" diye kısmi sorularıma cevap veriyor b.o tam bu sırada.
Ve ben kendimi atıyorum yağmurun altına, babamla buluşmak üzere. Beni yalnız bırakmıyor ya doktora giderken, hem bir yandan istemiyor hem de bir yandan mutlu oluyorum. Yine küçük kız çocuğu oluyorum o zaman...ah nasıl keyifleniyorum.

ve Orta Dünya'yı yine b.o ile sonlandırıyorum tam bu zamanlara hitaben..


zaman düşer ellerimden yere
oradan tahtaboşa
saatler çalışır izinsiz hep bir sonraya,
resimler sarı güneşsizlikten, duygular değişir
dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına
ve sen ben, değirmenlere karşı bile bile birer yitik
savaşçı,
akarız dereler gibi denizlere, belki de en güzeli böyle..
.
uçurma uçar sözlüğümden, geri gelmeyecek bir kuş
yaşanmamış kırıntılar sadece bir düş...



ve yolda yürürken,
hayal kuruyorum ve hayatım tüm sevdiklerim için hep mutlu olmasını istiyorum.

23 Şubat 2010 Salı

ankara'nın en çok sevilen yanı

deniz yok bu şehirde,martı sesleri de.hiç olmadı...hep uzaktı,hep zaman vardı arada.sevmemeliyim aslında bu sadeliği...

ama sevilen yanı,geçmişi bendekinden çok daha canlı tutması.ben hafızamda sahip değilken kendime,o tunalı hilmi kalabalığıyla sahip mesela bana.
dost kitap evi önündeki sarı bir bank kalıcılığıyla burda her şey.zamana vurulmuş koca bir darbenin basamakları yazanlar sokakta..sarı yapraklı ,huzurlu sokağın aldığı mutluluğu aynı yerlerde geri vermesi yalnızda olsa...
bahçeli sokaklarında küçük bir kızın yaşlanmış ve kocaman bir işaret parmağına tutunarak gezinirken, hayattan aldığı güvenin başlangıcı,aynı grilikte geçmiş yılların,yaşlı bakışların en hüzünlüsünden vazgeçişi artık küçük olmayan kızdan.güvenin aynı şehirde tükenişi...
tek tük sahneler akılda...köşedeki cafenin iki apartman ötedeki filme yetişmek amacıyla yenemeyen sigara börekleri,ankaranın kar havası fonda...bir kaç kız..daha ilk dışarı çıkmalar,ilk aşklar...eksilerek aynı yollarda devam etmek...kaçıncı aşklar...
kızılırmak sineması...bilet kesen yaşlı amcası,kavaklıdereye uzanan yokuşu.ankaranın akılda bıraktığı ütopik şehirlerin gözden geçirilmesi yeşilli yokuşta..
meclis kaldırımları bir de.çocuk yukarda olcak,anne aşağıda.el ele tutuşulcak,ama çocuk küçük olcak,herşeyden habersiz,koca bir hayat varken daha ankarada.bu şehirden başka şehir yok çünkü o zaman.sevilen her şey burda.ötesi yok...yıllar sonra eski en çok özlendiğinde aynı kaldırımlarn sarı yaprakları üstünde yürürken,annenin eli olmadan avuçlarda,ayn şeyler hayal edilcek işte yine.
bu şehir bu yüzden sevilmeye değer denecek.unutturmadığından...mutlu anılar...bir yanı var işte...unutmuşken unutturmuyor,ağlamazken yeniden ağlatıyor.aynı köşeler,aynı soğuk..aynı sarhoş yürüyüşler,saçma sapan gülüşler...


not:24.11.2006 tarihinde yazılmıştır.

22 Şubat 2010 Pazartesi

elimden tut yoksa düşeceğim...... yoksa bir bir yıldızlar düşecek..

anıların toruncuğu olarak gezinirken eskilerde; takıldı gözüme de karıştırıverdim şiir kitabını.
a. ilhanın olmazsa ölecek aşkları için şiirleri.
ben sana mecburum bilemezsinden, aysel git başımdan seni seviyoruma kadar..


"elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni"

pembe sümbül fonlu gri yazı

Bu aralar üzüldüğüm fazlaca şey var.

Ağlamayı kesmiş olsam da içimde derin bir "kağıt kesiği" olduğunu ve zaman zaman canımı çok yakarak sızlattığını söyleyebilirim.
O zaman boğazımdan gözlerime, canımı yakarak, su pompalanıyor...

Ananeme pembe sümbül götürdüm bu sabah. Sonra da odaya vuran güneşin kemiklerine etkisinden meydana gelen huzurunu, önce gazetesini sonra da 1990 yılı hürriyeti-cumartesi eklerini tek tek okumasını izledim.
Güvercinlere ekmek verdik ki, gelsinler biraz oyalanalım, zaman geçirip mutlu olalım diye. Eskisi gibi...Muhtemelen ben çocukken ananemin beni oyalamak istemesi gibi.

üzüldüğüm fazlaca şey var, belirsiz bir gelecek, gerektiği kadar konsantre olamamam, kendime ve yakınlarıma zaman harcayamamam gibi...
ama bu aralar üzüldüğüm başka bir şey de; uzun süredir ankara koç müzesinde süregelen minyatür odalar sergisini kaçırmış olmam...daha önce aslında bir benzerini gezmiştim ancak burda da görmek isterdim...o küçücük ama inanılmaz şık, doğal odaları tek tek izlerken ayrıntıyla, hayaller kurmak güzel.

birdahaki sefere diyeceğim ama elimde olsaydı ertelemezdim.

hayatın en küçük parçasını bile ertelemememiz gerektiğini en çok hissettiğim zamanlar bunlar.


20 Şubat 2010 Cumartesi


o kadar gözyaşından sonra, ılık bir 15 şubatta, Karşıyaka'da küçük bir kalabalık arasındayken, annem; " dede gitti bahar" dedi
ve ağlayarak sarıldı bana.
ilk o zaman idrak ettim aslında gitmiş olduğunu.
dede gitti ve öyle sessiz kaldık hepimiz bir sevgililer günü.

14 Şubat 2010 Pazar

Gri Başlıklı Kız ve Beyaz Astralı Prens



"Gri Başlıklı Kız ve Beyaz Astralı Prens"
ve her cümlesi hikayenin.
her duygusu, her anısı, her kısa zaman olmuşu ama aslında uzun yılları.
huzur ve güveni.
acılı gözyaşları içinde gülümsemeleri.
kalbinin en içi iki kişinin, dışı bir de en koruyucu.
en güzel hayalleri fiyatına bakılan küçük bir mutfak masasında.
hem anne hem baba hem çocukluklar birbirleri için.
hikayenin her gizlisi, her benzetmesi, her ismi, müziği.
burna sokulmaya çalışan parmağın romantik ve hisli sahibi.
depresyon damarın pozitif iksircisi.
kukuletalı prensesi- çekik gözlü, yaratıcı prensi.



çok teşekkür ederim:)

13 Şubat 2010 Cumartesi

her siyahın bir beyazı gecelerin gündüzü de vardır.



after the rain,
there will be sunshine.
.
.
.

it can't rain all the time.
it won't rain all the time

"kıyıdan"



Gerçekten hayran olduğum insan Ece Temelkuran'ın artık Milliyetten vazgeçip, HaberTürk gibi karışık bir gazeteye geçmiş olması beni biraz üzdü... Bir kere ben internetten köşe yazısı okuyabilme yeteneğine sahip değilim.
Kafamı veremiyorum.
Dolayısı ile HaberTürkü sadece internetten takip etme şansım olduğundan kıyıdan köşeden kopma ihtimalim söz konusu..Zorlayacağız artık kendimizi...
E tabi denilebilir ki zahmet et de, Haber Türk al sen de diye...Cık sevmiyorum tarzını da kendisini de...

"Kıyıdan" köşesine bakarken diğer yazarlara da baktım, kadro gerçekten kalabalık ve karışık...Nefret ettiğim insan Yiğit Buluttan, yazdıkları sevimli insan Pakize Suda'ya, efendim tv de sık sık gördüğüm ve ismine her defasında şaşırdığım Balçiçek Pamir'e, Murat Bardakçıya kadar bir sürü yazar bulunmakta.

Umarım, Ece Temelkuran da genelde haklı ama empati kurmayı asla beceremeyecek olan Melih Aşık kıyısından (hatta sayfasından) hareket ettiği Fatih Altaylı kıyısında mutlu mesut yazmaya devam eder ve ben de okumaya devam ederim...

Kendisine ve yazılarına çok çok öncesinde hayrandım. O zaman, duygusallıkta, anlayışta, yumuşak başlılıkta Can Dündar önü çekiyor olsa da, zaman ve değişen dünyamda Can Dündar'a karşı olan hayranlığım tükenip gitmiş bulunmakta.
Ayrıca ikisine de zamanında bir kaç mail atmışlığım ama ikisinden de cevap alamamışlığım vardır ama napalım..

Ece Temelkuran'ın görüşlerine çoğunlukla katılsam da tercihim onun inanılmaz gözlemleri ve benzetmeleriyle daha çok insanı ve toplumu anlatmasıdır.
Kendisinin tahsilatı hukuktur ama doğuştan sosyologtur da..

Ece Temelkuran'ın kardeşi İnan Temelkuran da birsürü ödül alan Bornova Bornova adlı filmin yönetmenliğini yapmıştı, bir sene falan oldu galiba...Geçen biri daha söyledi çok güzel olduğunu...
En yakın zamanda, iki dil bir bavulla izlemek istiyorum onu da.

Bu arada Ece'nin Özgür Mumcuyla boşandıklarına dair bir şeyler görmüştüm bir yerlerde...Bu konuda gerçekten mevcut olan merakımla baş edememekteyim...araştırdım falan öyle bir haber var ama...keşke olmasaydı..
Özgür Mumcu'yu feysbuktan arattım geçen. Kendisi bir kaç resmine ulaşılabilir şekilde açık durmakta...Arkadaşları arasında Ece Temelkuran var mı diye baktım bulamadım, demek ki ayrılmışlar. Barışırlarsa ilk kim arkadaşlık teklifinde bulunacak acaba? Neticede bunu merak etmem normal..feysbuk gençleriyiz yıllardır.

Ben devamlı takip etmemekteyim ama isterseniz Özgür Mumcuyu (idrak edemediyseniz, kendisi Uğur Mumcu'nun oğlu) cuma günleri http://www.birgun.net/ gazetesinden takip edebilirsiniz..
Bana göre Özgür Mumcu nun; Uğur Mumcu'ya ve düşüncelerine hayran ama gözü kör bir şekilde Kemalist ve Ulusalcı onca insandan duygu ve mantık bakımından ayrılıyor olması ama yine de babasının oğlu olması çok mutlu edici...


Hava çok yumuşak bugün ankarada.
Böyle huzur verici cinsten.
Bugün evden çıkmayayım ders çalışayım dedim ama aslında kortlarda çay içme, odtüde gezinme, kalabalık yemekler bir yerlerde ve şu sevgililer günü filmiyle günü bitirme havası...(Yeni bir Love Actually düşlemekteyim aslında....)

Fakat en azından akşama kadar evde kalsam daha iyi olacak sanırım.

Dün akşam Recep İvedik akşamıydı. Evet, ben ve cb ve benim en yakın arkadaşlarım ilk akşamında yer ayırtıp bu filme gittik. (ki ben ilk filmini bile izlemeyi reddetmiş, 2 sene sonra falan istanbulda bodrum tayfasıyla baya eğlenerek izlemiştim. Her neyse dün bizim takım çok eğlendi, baya baya eğlendi, cb de eğlendi..aslında ben de eğlendim çünkü recep ivedik karakterinin özgün ve başarılı olduğunu düşünüyorum ama yaptıklarında öyle acayip gülecek bişi bulamıyorum.
Neyse değişik ve bol kahkahalı bir akşam olduğu için mutluyum.

Yarın da sevgililer günü...sevgilim yokken anlamlı gibi gelen bugün artık çok da anlamlı değil..hatta azcık saçma da geliyor...yarın yerine acaba bu akşam mı vursak kendimizi ankaranın bu yumuşak havasına??

11 Şubat 2010 Perşembe


Dün Gülcem aradı, kokoreç yemeye gidelim dedi hadi kalk dedi, günü tekrar ediyordum, çıkmadım..
Demin Tuğba aradı Shantel var if'de bu gece kalk hadi gidelim dedi..Ders çalışmam lazım,
gitmeyeceğim.
Eskiden olsa...
Sanki her rahatlığımda birilerine ihanet ediyormuş gibi geliyor..
Öyle inanılmaz verimli olmasa da, adam gibi çalışamasam da evde kalayım istiyorum.

Anayasa bitti bugün, tarih ve coğrafyaya yazılcam karar verdim.

Bu hafta güzel başladı. Hasta olmuş cb ile sakaryalardaydık. Turşu suyu içtim izledi, döner yedik, bülbül yuvası hatta sütlü nuriye bile yedik.
Orta Dünya da soluklandık, hafif acı ve ekşi tost yedik, temiz hava ile sarıldık da yumuşadık.
Sonraki sürprizde, sufle yedik, sabahçı çocuğun öğleden sonrasını beraber geçirdik.

Şimdi Kariyer netle haşır ve neşir olup sonra anayasayı kitaptan okuyacağım. soruları yarına bırakabilirim...
Ceza çalışırken rüyamda hapse girdiğimi görüyordum, şimdi belki cumhurbaşkanı falan seçilirim.

Bu arada bu hafta ilginç bir deneyimim oldu.
Dün sabah dersanedeyken sarımsaklı, yumuşacık, salça soslu, fırında kızarmış tavuk istedi canım. Hoca tam yasamayı anlatırken...
Eve gelirken gittim ben de tavukçu kasabımızdan, bir adet tüm tavuk aldım, böyle poşette, tertemiz gözüken.
Daha önce Çiğdemle yapmıştık, inanılmaz olmuştu ama annem onu temizlenmiş bir şekilde dolapta bırakmıştı. N ebileyim ben meğersem temizlemek gerekiyormuş onu...
Annem telefonda orasını burasını çıkar, yıka, kopar gibi şeyler söyledi.. Daha telefonda unuttum zaten mide bulantısından nerelerini koparacağımı...
Başladım yıkamaya...Sadece dışını yıkayınca çok sorun yok...Aslında elimi bile süremezdim eskiden, geçen sefer bir bebek gibi tutabilmeyi öğrendim tavuğu..
Bacaklarını sol elimle, kafasız boynunu sol elimle bebek uyutur gibi tutup suyun altında yıkadım da yıkadım.
Ama daha önemli yerler vardı yıkanması gereken... Bir kere kafası olmadığı için poposundan suyu tutunca diğer taraftan çıkıyor..Çıktıkça temizleniyordur herhalde diye düşündüm. Birde yerinde durmayan boyunla baş etmeye çalıştım bir sürü.

Her neyse asıl berbat durum elimi tavuğun poposuna sokup oradan garip gurup renkli ve şekilli şeylerle geri çıkarmam oldu. Öğürme seslerinin eşliğini inkar edemeyeceğim. Sonradan bıçakla giriştim artık, tavuk annenin küçük yumurtalarını bile çıkardım da üzüldüm...
Bebeklerini göremedi dedim. Gerçi otomatik olarak, bebekler olmamış oluyordu. Her neyse...

Sonra efendim yeterince poposunu falan temizlendiğini düşünerek, salçalı, yoğurtlu sosunu yedirdim güzelce, sarımsakları yerleştirdim göbeğine verdim fırına.
Babam çok acıktığından yeterli pişemedi galiba, geçen seferki gibi değildi, sertti bir kere.. Yağı mı az olmuştu anlamadım.

Ben yiyemedim ama...görüntü ve elimin hali gitmedi aklımdan..

Belkide müjdeler olsun demeliyim, tavuktan vazgeçtiğim gündür bugün???





7 Şubat 2010 Pazar

mor menekşe


keşke benim de bloğum inanılmaz pozitif ve mutlu ve böyle çilek pastalı, kalpli, güzel kızlarla dolu olan bir blog olsaydı..
ama hayatım inanılmaz yolunda olsa bile galiba hüzünsüz bir blog bana pek uygun değil...
hüznü sevmek o kdar da kötü bir şey değil gerçekten...
ama hüzünle acı çekmek birbirine karıştırılmadığı sürece.
iki gündür mor menekşe renkli tırnaklarım var.
eskiden utanır beyazdan başka oje süremezdim, gereksiz dikkat çeker gibi gelirdi ama şimdi de sıkıldığım zaman sanki kırmızı veya böyle renkli ojeler beni başka bi boyuta taşıyacakmış gibi geliyor.

sarı, turuncu, garip pembe oje süren idil berna nın ona yakışan çılgın tarzının yanına ulaşamasam da ben de kendimi çok hafif çılgın ve kendime güvenli hissediyorum..daha doğrusu kendine güvenin oje renginden geçmediğini öğrenmiş bulunmaktayım.

sabah anayasa hukuku ile derse başlayacağım..cezayı öğrendim gibi gibi..ara ara sindirmek gerek..

cb bugün 1 ayın boşuna geçtiğini söyledi...korktum...umarım boşuna geçmemiştir...bundan sonra da geçmeyecektir
yarın artık ciddi bir şekilde kursa başlıyorum. Tekrarlamalı, soru çözmeli, aklımda kalmıyorsa bırakmadan tekrar tekrarlamalı...diye söz verip, kendime bile bile neden böyle işkence çektiriyorum anlayabilmiş değilim.
canbuya göre geleceğimiz için...umarım motivasyonumu böyle sağlayabilirim ama aslında geleceğimizin başka şartlarda da güzel olmasıydı umudum..çünkü bu dönemin benden, ondan ve bizden çok şeyler götürüp aslında her şeyi tepetaklak etmesinden korkuyorum...

rüyam çok garipti...

hapse giriyordum..dilekçeler yazıyordum, beni neden burada alıkoyuyorsunuz diyordum ama kimse sallamıyodu beni..

kitaplar ve hocalar geliyodu ama hücrelere...bir de hücre içinde büyük bir havuz vardı..orda yüzüyodum da mikrop falan kapcam bu pis havuzda diyordum ama yapacak en güzel şeydi o hücrelerde...
garip bir rüyaydı ve etkilenmiş uyandım...sanırım bilinçaltım da bu önümdeki ayları böyle tanımlamayı uygun görüyor.
nefes almak için zorlanıyorum ama nefes almayı bırak, koşmak falan zorundayım...

çay demledim bu pazar gününde, birazdan bisküviyle içer yeriz...babam beyoğlu beyoğlu'nu koydu ama ders çalışmam lazım..yoksa bugün de tatil yapsam da yarın mı başlasam acaba...
hep böyle ertelemeyle nereye kadar ama değil mi?

bütün hafta cumartesi gününü bekleyerek geçireceğim, o cumartesinin de içinde huzursuzluk olcak belki ama yine de şimdimin en huzurlu zamanlarını bekleyeceğim..sadece bir kaç saati...ama öyle garip olacağım ki, o cumartesi, o bir kaç saat de olmasa da olur diyeceğim...sonra kendimden daha fazla korkacağım.

onun dışında evde olmaktan mutluydum..en zorlandığım durum kendimi kızılay sokaklarına vuracak olmam..

ah güzel ve mutlu günler..bana güç verip sonrasında da gelecek misiniz bilmiyorum..şiddetle bekliyorum...


4 Şubat 2010 Perşembe

kar yeniden ilkmiş gibi sanki





evet yalan söyledim size ey hayali okurlarım..
kar yağmasını istemiyor olmuş olabilirim bu ilkbahar bloğunun daha önceki sayfalarında.

lakin şu an karelere bölünmüş ay ve günlere bakan duvar dibi masamın, ortaokul sorularına gömülmüş, renkli yastıkta oturmuş ve sıkılmış yüzüyüm.

ve bir az önce kafamı hafif sağa çevirdiğimde, içimi açsın diye pembe yaptığım duvarın hemen dip komşu penceresinde, renkli perdelerimin arkasında, inanılmaz yavaş ve az başlayan küçücük kar tanelerinin hızlanışına an be an tanık oldum..


ah şimdi ne kadar çoklaştılar...
henüz karanlık olmayan havaya inat, sarı sarı yanan yalnız sokak lambası önünde hızlanmaktalar.

hava aydınlık ya, o yüzden yavrular şu anda...gece olunca büyüyüp babalarına dönüşecekler ki o zaman işte karın o mutluluk kokan sıcak havası saracak sokağımızı.
renkli perdelerimi aydınlatan oda önü sokak lambamı..
geçen akşam öksürmüştü kendisi, yanıp yanıp sönmüştü ki atilla ilhan, akabinde rahmi gülbayrak hoca anılmıştı tarafımdan.
yorgun olmadığım bir zaman keşke zafer çarşısına uğrasam demiştim..

yeniden kar yağıyor işte..
bilmem ki neden ilk yağdığında böyle heyecanlandırmamıştı beni, yani dün, bu zamanlar...

yayılın yavrucuklarım etrafa, ısıtın ortalığı ki üşümesin işlerinden sıcacık evlerine gidenler..
annemle babam üşümesin, kardeşim üşümesin, sevgilim servisinden inip evine yürürken de üşümesin.
cedacım bursalarda üşümesin...
gülcemcim üşümeye iyice yatkınken bu aralar italyalarda üşümesin, üzülmesin.
(gurbetimdekiler üşümesin!)

boynumdaki kar tanesini ne garip bir zamanda anımsadım tekrar...ne çok duygulandırdınız beni birden yavrucuk kar tanelerii..birden ne çok özledim.

neşeli çocuklar için


evden ilk çıkışımda gidicem kendime bu neşeli havlulardan alacağım.
çok sevdim.

ayyy herşeyi yazıyorum çok komik..blog bunun içinmiş; sabah peynir zeytin çayla kahvaltı yaptım akşama ise ne yiyeceğimi bilmiyorum.
üstümde mavi pijamalarım, üşümeyeyim diye sırtıma aldığım bordo şalım var..

cik cik isimli kanaryamın susmak bilmeyerek ötmesi dışında evden bir de derya baykal ve klavye sesleri geliyor şimdi.

yoksa kendimle içimden konuşuyorum
aklım salim.

yaratmakmakmak


mutlu olmak için yaratmak gerektiğini biliyor muydunuz?
yaratılanı izlemekten çok yaratmak ve önce kendini sonra da çevrendekileri mutlu etmek..
değişik bir şekilde mısır ekmeği yapmak o yüzden çok hoşuma gitti galiba..
her ne kadar tarifi bana ait olmasa da..
çiğdem şimdi kalemlik tasarlıyor...sokak sokak boncukmuş boruymuş bişiler arıyordur herhalde..özeniyorum çok evet..kafamı o tür şeylere yormadım çünkü daha önce...bi işte bu yaz boyadığım ve çok sevdiğim uğur böcekleri vardı..derya baykal ruhumu hemen kaybettim lösevle.
şimdi gelmesi pek kolay değil..her neyse,

o zaman zamanımıza göre, matematik ve iktisat net sayısını arttırmak da bizim yaratıcılığımız olsun. üstüne azcık hukuk, maliye ve muhasebe serpiştirip, tarih ve coğrafya olmadan olmaz yapmak.

ah zaman...ah...

sorgulama

insanın en zorlandığı şey, sadece yapmak için bişi yapıyor olmak galiba...

toplum
baskısı niyetine..

tam ne istediğini bilmeden...kendini yabancı olduğu bir hayale adayarak..

onun dışında kendine ait hiçbir şey barındıramayarak artık hayatında.

sevdiği yazarı takip etmeden, kendi canı istediği için çıkıp kola bile almak istemeden.

büyümüşken, büyüyünce ne olacağını bilmemek ne kötü...

ve insanın sadece kendi kararlarına bağlı olması..

yanlışı ve doğrusuyla.

1 Şubat 2010 Pazartesi

1 şubat 2010

whenever i'm alone with you you make me feel
like i am home again whenever i'm alone with
you you make me feel like i am whole again
whenever i'm alone with you you make me feel
like i am young again whenever i'm alone with
you you make me feel like i am fun again
however far away i will always love you however
long i stay i will always love you whatever
words i say i will always love you i will always
love you
whenever i'm alone with you you make me feel
like i am free again whenever i'm alone with
you you make me feel like i am clean again
however far away i will always love you however
long i stay i will always love you whatever
words i say i will always love you
i will always love you


Kendimi sevemediğim bu zamanlar tek dayanağım şişko bir aşk.

İnsan kendini gülümsetemezken o ve sevdikleri hep gülümsesin istiyor.
Güç almak ama aynı zamanda da sevdiğinden olsa gerek onların da gücünü tüketmek istiyor.

Öncelikle, bir yıldır her sabah ve gece sesini duyduğum, duymazsam da öleceğim bu beyefendi için yakında bir sürprizim olacağını burdan haber etmek isterim.

İlk defa bir yıl bu kadar sürekli sevdiğim ve sevildiğim insanın sen olmandan, bakışından, kokundan, sesinden öyle mutluyum ki, içinde bulunduğum zaman sensiz olmazdı..Cesaret edip içinde yaşayamazdım..

Bazen seni de istemiyorum bu anların içinde...öyle kızıyorum ki kendime, üzülüp kendi üzüntümde tek başında boğulayım istiyorum ama sen hep elimi tutup çekiyosun ve hep güç veriyosun.

Bundan böyle,

sıkıldığımda soğumuş bir tavuk yemeği, mum ışığı, romantik tatta kırmızı şarap, kötü salata, doymak bilmediğim peynir tabağı, her sabah yeni baştan sevilecek bir kadın ve yeni baştan, en başından sevilecek bir adam gelecek aklıma.
sevdiğimiz için göstereceğimiz ve hiç bıkmayacağımız, her sabah yeniden ve yeniden vermeye hazır olduğumuz emeğimiz ve ayrıca 3 aylık minik bebeğimiz yani biz gelecek...
Kendime kızacağım, sana kızacağım, senin yüzünden diyeceğim belki, anlamıyorsun diyeceğim...tepineceğim.. yanında ağlayacağım, gizli ağlayacağım....
Ama her sabah kalktığımda kafamı çevirip bakışını görüp gizli gizli güç toplayacağım...

Sonra öyle mutlu zamanlarımız olacak ki.. sevdiklerimizle...
"İyi ki katlanmışız, iyi ki sen Bursaya kaçmışın, iyiki başta sevememişim seni tüm benle şimdiki gibi, iyi ki yapmışız" diyeceğiz.

Bir pazar günü, benle dalga geçeceksin ne çok korkup ağladın, ne çok çektirdin bana" diye...
Kızacağım sana sus diyeceğim ve güleceğiz bir sürü bir sürü..

Çılgın bir cumartesi akşamı, ben eskisi gibi saçma sapan sarhoş olup, ağlamadan, kahkahalarla koşacağım yokuş aşağı, sen de koşturup yakalayıp öpeceksin öyle...
"seni en çok güldüğün zaman seviyorum" diyeceksin ki, hep güleceğiz..
Hak ettiğimiz zamanı yaşıyor olacağız, en çok bu yüzden huzur duyacağız..

Daha bir senecik oldu..Kocaman zamanımızın ufacık yavrusu daha...

Daha çok seneler olacak.

O senelerin 1 Şubatlarında da bağıra bağıra ve sarılarak söylememizi önereceğim love song sözleri ile seni, şişkomu, canımın taaaa içini çok ama çok sevdiğimi en derin, en gerçek duygularımla bağırıyorum işte tam burdan, 2010 un 1 şubatını geçmişken azcık. sen uykudayken, ben kendimle savaşıyorken...

yaşayacağımız daha içten günleri sabırsızlıkla bekliyorum..

biliyosun di mi?
etraflarına ışıklar, gülücükler ve neşeler saçan insanlardan olabilmek çok isterdim lakin hiç bir zaman olamadım. Bu, bencil olduğuma bir işaret midir bilemiyorum ama kendimi kötü hissettiğim zamanlar hele belki de sevdiklerimde var olan neşeyi, olumlu havayı da sömürüyorum sanırım.
Anlasınlar beni, çektiğim sıkıntıyı hissetsinler ki benim gibi, ben de paylaşıp rahatlayayım istiyorum heralde...
Ama tam tersi şekilde etki ediyor malesef bu durum...Bunu, uzun zamanla deneyimledim ve kendimde değiştiremediğim, belki değiştirmek için kılımı kıpırdatamadığım bir özellik daha.
Bu güzel olacağını hayal ettiğim blog da artık güzel değil benim için. Güzel olacağını hayal ettiğim gelecekteki bir sürü şeye benzemez umarım.

Bu yolda olmamak için direndim, lakin 2 sene sonunda böyle bir yoldayım. Dolayısıyla kendimi bağlayamıyorum hayal ve ümitlere...Zorunluluktan çabalıyorum...en azından çabalayacağımı biliyorum ama korkuyorum...korkum bazı zamanlar enerji verip bazen de olanın da hepsini tüketiyor.

Şımarık ve mızmız ve dünyadaki hiçbir şeyden haberi olmayan, bencil bir kız çocuğuyum evet.
Evde huzur bulayım istiyorum arıyorum arıyorum...Çocukluğumda kalmış ve saklanmış, belki de saklandığı yerde sonsuz uykuda olan huzurumu bulamıyorum.

Bencillikten ölüyorum ki, dedemi bile yazmıyorum buraya.. Şu andaki durumundan, benim çektiğim acıdan bahsetmiyorum.

Küçükken annemlere kızdığım zaman kaçıp kapısını çaldığım karşı komşumuz Leman Teyze'nin ölmüş olmasını haber aldığımızdan bahsetmiyorum...Oturma odasında izlediğimiz Yalan Rüzgarı yok aklımda..

Bencillikten ve şımarıklıktan ölüyorum...Hep bunalım şeyler yazıyorum ve yazdıklarımdan utanıyorum ki öyle herkeslerin okumasını istemiyorum...Öyle güvenmiyorum zamanıma..

Çaba harcamaya çalışıyorum, emek vermeye başladım...Programlar yapıp, neyi ne zaman nasıl yetiştirceğimi saptamaya çalışıyorum.

Herkes böyle zorluklar yaşayıp bu yollardan geçiyor ama ben neden hala yürümeye başlayamıyorum herkes gibi..daha ayağa kalkmaya çalışıyorum... onu bilemiyorum.

yine de güzel günler, güneşli günler görmek umudundayım...

sevdiğim, sevdiklerim için bunu yapmak durumundayım..kendim için de...

bazı günler isyandayım böyle işte...mutsuzum...gülümseyemiyorum...

ne kadar bencil ve şımarık olduğumu anlatabildim mi bu günlerde?

Geçecek...

ahşap ağırlıklı bir evimiz olacak ve her şey ama her şey mutluluk ve huzura dönüşecek...