17 Kasım 2011 Perşembe

öğle sonu


Titriyor sazan balıkları
Suyun altında
Daha altında suyun sacları kesik
Bir kızın yürüyüşü
Gök bulanık ağlarken.

Kırlangıç tarlaya yaşlanmış
Buğday giyinmiş duruyor
Tuğla yüklü bir araba
Geçiyor yoldan
Göğsünde kırlangıcın
Tuğlaların iniltisi.

Öğle sonu yaşlılıktır biraz.


edip cansever

11 Kasım 2011 Cuma

Ama Bugün Neden Gelmedin?


Sevgim, kalbim, aidiyetim uzun zamandır güvende ve sıcacık da olsalar, bana göre kocaman bir miniğin bebek kokusuna sahip de olsam tüm kalbim ve herşeyimle, bir zamanlar ben de aşk acısı çektim sayın blog.

Ben tam bu acının içindeyken kimsenin beni anlamadığını düşünürdüm. Nerden bilinirdi ki benim aşık olduğum insan, yaşadıklarımız, eksik kalanlar...

Bir keresinde çok ağladım, çok dağıldım. Hatta belki en somut aşk acımdı o. Kilolar kaybettim, kahvaltıda cacık yiyebildim sadece. Aç karnına sigaralar içtim. Uyuşturdum kendimi, hep uyumak istedim.

Annem her ne kadar durumuma üzüldüyse de o aralar, "ilerde gülümseyerek hatırlayacaksın bu zamanları" dedi. İyice ağladım. Bu acı, o nefessizlik nasıl gülümsenerek düşünülebilirdi?
Boğazına bir biri oturur insanın o zaman. Nefes alınmaz, bir şeycikten keyif alınmaz ve saçmalanır. Ama bence en anlamlı saçmalamalar...
Ben malum şahsın evinin önünden geçerdim hep gizlice. Uzun bir süre yaptım bunu da ışığı yanar mı diye baktım. Neden ne amaçla şimdi sorulsa söyleyemem ama o zaman içimi rahatlatırdı. Bu kağıt kesiği gibi küçük ama can yakan acının açıklaması olmayan bir sonucu işte...
Yıllar sonra bugün ise gerçekten anımsatıp gülümsetiyor. Ufaktan gurur bile veriyor hatta.

Elbette günler her şeyi hızlıca geçip gittiği gibi bu kalp atışlarını, duruşlarını, gözyaşlarını da solda bir kenarda bırakıyor. Ve bana şu anda geleceğimle ilgili hayaller kurarken, ellerim sıcacık olarak, anımsatıyor.

Şimdi bana aşk acısı güzeldir, anneme hak verebiliyorum. O havalarda sallayıp, sarhoş edip, sabahları erkenden gülücüklerle kaldıran zamanlar, sonra yine havalarda salladıktan sonra yere pat diye bırakır insanı. İnsan sürünür sürünür, biter, gider sonra zaman derler ya hani, insan kalkar birden. Kendi kendine ya da başka biri ile. Ama kalkar. Ve o sürünme faslı neler katar insana. Neler yazdırır, ne cesaretler verir ya da ne utançlar.
Pek de sevmediğim bir ünlü şahsiyetin bir röportajında okumuştum, okumayı, şairleri, şiirleri sevgililerinden ayrıldığında tanımaya başladığını. Her okuduğunda kendini buldukça daha fazla okur da insan sonra kendine kalan o okudukları ve onları yazanlardır.

Ben de şiiri böyle zamanlarda sevdim belki. Lisede sokak lambalarının öksürmesi
ile başlayan sevdam, dedemin kütüphanesinden topladığım nicelerini defterlere tek tek yazmamla devam etti. Hepsi birikti. Sonra bir sürüsü daha. Özene bezene, kurşun kalemle şiir yazdığım defterlerimi de günlüklerim izledi. Keşke devam edebilseydim anıları kayda tutmaya. Her ayrıntısını daha parlak hatırlardım her zamanımın.

Ama kimbilir, insanın hayatına ne sıkıntılar ne kadar düşüncek şey giriyor zamanla. Hangi birini yazsaydım ben artık büyümüşken...

Ne bileyim, böyle yazasım geldi, anılarımı tazeledim sanırım soğuk bir cuma akşamında. Hüzün güzel şey bazen, fona julide özçelik koyup" bugün neden gelmedin?" dinleyip, o kadar hüzünlenecek kadarıyla güzel. Gözünden bir damla da düşerse eğer o vakit, sadece o küçük yaşın gelip geçmesi, gülümseyen dudağa inişe geçmesi kadar güzel.