26 Ocak 2012 Perşembe

The skin i live in

Güzel bir akşam yemeği ve hafif bir karla başlayan akşamımız, uzun zamandır izlemek istediğim ancak kocaman başkentimizde sadece tek bir sinema salonunda gösterimde olan bir Pedro Almodovar filmi; the skin i live in ile devam etti. Film bitti ve biz boş baktık.

Kendi çapımda bir sinema sever olarak, Almodovar filmini tanıyabilirim; renkler, kadınlar, dudaklar, ana temalar (adı üstünde anneler), eşcinsellik, aşk, neşe, dram, hatta neşeli bir dram...

Çok şanslıyım ki filmden önce de sadece bunları düşünüp, hakkında adam gibi yorum okumadan, İMDB puanına bakıp, yönetmeni referans alarak girdim. Şanslıyım çünkü filmden önce en ufak bir şey bile bilmemek, duymamış olmak gerekiyor. "i see dead people" mantığı değil, ama bilmemek gerek işte...

Aslında herhangi bir spoiler içermeyecek bu blog yazısındaki uyarılarım bile fazla olabilir filmi izlemek isteyen biri için ancak "beğendim ve siz de izleyin" demenin başka bir yolu yok sanırım.

Bir kere gençlik zamanımızın ilk gözde aktörlerinden Antonio Banderas fazla başarılı bir estetik cerrah olarak filmin içinde. Ana dili ve yaşlanmış hali karakterin psikopat durgunluğuna bence çok yakışmış. Sadece filmin bazı yerlerinde tanıyamadım adamı, oralarda pek çirkin ve garipti.

Ne demiştim ben; renkler, aşk falan... İşte Almodovar Amca bu çalışmasında bunlardan olabildiğince uzak durmuş o yüzden film bitince kalp çarpıntısı, ağırlık, rahatsızlık hissi çıkarılabiliyor ancak renk olarak. Rahatsız olmak, bir darbe yemek, bir çarpılmak sonuçsuz ama yerinde biten filmin ana fikirlerinden.

Ama tüm bu etkilerin yanında insan hayatı sorgulamıyor tabi filmle. Yani öyle çok bir şey değiştirmiyor hayatta (film sonrası zamanla bağdaştırma huyum vardır evet) ancak neredeyse film sonrası 48 saat geçirmeme rağmen etkisinden kurtulabilmiş değilim.

Sevenler için en iyi Almodovar filmi olmayabilir (ki bana sorulsa ben "budur" diye çekip çıkartamam) ama en "beğenmem" diyeni bile sarsacağından eminim.

Filmin İMDB puanı ise 7.7 ki bu da başarılı bir ölçüt. Ama ben 8 den aşağı vermem.

Daha çok psikolojik analiz yapmak isteyebilirdim (artık yapabildiğim kadar), lakin onu yapmak demek filmden bir sürü olayı çıkarıp bir sürü spoiler demek.

Kısaca artık gösterimde olmayan bu başarılı filmi bulun, izleyin derim. Küçük küçük detayların hepsine takılıp eleştiride bulunmayacaksanız, başarılı bulacağınızdan eminim.

Falling Slowly

Ankara'da çok yağmur var bugün. O güzel karın hepsini sildi götürdü.
Açtım Mabel Matiz dinledim.
İçimde çok yoğun bir sıkıntı var, nefes aldırmıyor. Sebepsiz değil, buraya yazınca da geçer mi bilmiyorum
Kurgulayıp yazamadığım geçen haftaki martı geliyor aklıma.
Rüzgar ve deniz olmasa sanki uçamayacak gibi olan.
O beyaz kanadın süzülüşü gibi bir huzur istiyorum.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
... Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.
Melih Cevdet ANDAY

12 Ocak 2012 Perşembe

o şarkı

O; gece içimden söyleyeceğim şarkıyı bulmam çok da vakit almadı.
Evet yine bunalım ama özünde Murathan Mungan'ı taşımakta. Zaten bu yüzden de çok gerçek ve can yakıcı olabilir. Aşk Tesadüfleri Sever isimli, güzel müzikli filmin soundtrackinden.
Taze aşk acısı çekenlerin dinlememesi gereken cinsten.
"Ben"imizi kaybetmemek dileği ile...
Kendisinden daha önce başka bir şarkıyı bu kadar zevkle dinlememiştim.

Nülüfer isimli şarkı Müslüm Baba'dan geliyor:



11 Ocak 2012 Çarşamba

"kalbim şimdi kıyıya vuruyor"

Kuruntu ve hassasiyet genişliğindeyim bu aralar. O yüzden mesai saatleri gibi sıkışıp kaldım senaryoMlu muhabbetlere . 09.00-18.00, dedi-demedi, düşündü-düşünmedi arası.
Ama biri sorunca; görüntüye dökülemeyen cinsten.

Yeni bir şarkı istiyorum; uzun zaman oldu çok sevdiğimden en az 20 kere arka arkaya dinlemedim birini. Uyumaya çalışırken, gözüm ve algım uykuda olsa da içimden şarkı söyler moda girmedim mesela.

Küçük Hanım'ın şarkısı gibi ; böyle geçmez bu bahar, gül kokusu lazım hayata.

Şubatta ise Bodrum başka olacak. Öncesinde kekik ve deniz kokusundan alacağım mümkünse.

Ah bunalım sen ne özel şeysin...Yan tarafta yürümekte olan Hannover'li amcanın şemsiye tutuşunun bana çok dokunan hüznü misali gelip geçen etkin.


7 Ocak 2012 Cumartesi

Yorgun bir akşam. Yorgun ve soğuk Ankara. Yeni yılın yeni bir adı var ve yeni bir heyecanı kısmen. Biraz başlangıcından kırıntıları var heyecanın, biraz da başlamamış olanından. O yüzden ortasında bir yerde duygular. Bu günler güzel çünkü insanlar hep iyi dileklerde bulunuyor.
Yeni bir yıl deyince, 2000'i düşünüyorum. Her şeyin birden değişeceğini düşündüğüm zamanları. Sınıfın havasız kokusu bile geliyor burnuma.
İçimdeki Cezmi Ersöz bazen çıkıyor işte elimde değil...
Herkes zaman zaman yalnız ve unutulmuş hisseder değil mi?
Mutlu Yıllara...