Değişik tecrübeler edindim bu aralar.
Güney Yarım Küre'nin bir parçasını görmek, kıştan yaza gitmek sonra hoooop geri gelmek gibi.
Kilometrelerce uzakta olan, uzun zamandır sarılamadığımız iki çocukla Cakarta'da buluşup, yataklarda zıplayıp sarhoş olmak gibi.
Aslında oralara dair yazılacak çok şey var. Her ne kadar sokaklarında insan olmayan, yürüyecek kaldırımı bile olmayan ama sahip olduğu bolca araba ve motorundan nefes aldırmayan o trafik ötesi şehri çok fazla gezememiş olsam da kesinlikle başka havalar soludum orada.
Çok yer görmüş sayılmam ben ama bu kadar başka insan, başka dil, başka bakışlar ya da bambaşka bir koku duymamıştım.
"Keşke" diyorum şimdi, her düştüğünde bir şeyler aklıma not alsaydım. Ama bugünün işini genelde yarınlara emanet etme gibi bir huyum olduğundan, aklıma gelenleri de "unutmayayım" diye kendime tembihleyerek aklımdan uçurdum gitti.
Şimdi işte düşününce;
sesler, kokular, toz, aşırı bir nem, arabalar, halini kabullenmiş, başka bir hayatı merak ederler mi diye düşündüğüm insanlar,
motosikletlerde bir adam, bir kadın, ortalarına sanki yanlışlıkla sıkışmış bandanalı küçücük çekik gözlü çocuklar,
resmi toplantılarda bile korkunç olduğu kadar sevimli gözüken rengarenk batik gömlekler giyen amcalar,
devamlı ama devamlı gülümseyen her yaştan insanlar,
değişik mimikler, dişler, gözler,
meyveler, gece kondular, acayip lüx binalar, köprüler, trafikte su ve yiyecek satan çocuklar, ortada camiler, havuzlar sonra yine gecekondular, gecekonduları renklendiren her balkonda çamaşırlar, mini etekli kızlar
var aklımda.
Bir kaç gecedir rüyalarımda bilmediğim bir ülkede olmamın, uçakları kaçırmamın sonra iskele gibi bir yerde son anda yakalayıp atlamamın nedeni bu kokular, o meyvelerdir özetle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder