9 Mayıs 2012 Çarşamba

Sokak Kedisi

Çoğul olarak ilerliyor zaman. zamanlar değil ama.
Bazen okuyorum da yazasım geliyor. Nankör bir yazı benimkisi.
Bebeklerimiz doğuyor, sarı kafa oluyorlar, burunları büyüyor üç günde
Ben mutlu oluyorum. Kokuları başka.
Sonra arada kötü haberler. Hayat dediğin kısa bir şey, bugünü yaşa...klişe yaşamaya çalışıyorum. beceremiyorum. sanırım çok klişe yaşıyorum.
Sadece bir kere olan insanlar, bir kerede ölüyor.
İyi olanların ve iyi olacak insanların bir kerede ve erken gidişini düşünüyorsam yaşlanmışımdır bence.





Oysa gamlı baykuş resmim şu an tam burada; uçurtma uçuşunda.
Gökyüzü uçurtma, günlerden ise hıdırellez.
İzmirli arkadaşların olursa ateşten mutlaka atlarsın o gün. Tuttuğun dilekler, gül ağacından gerçekleşir, fasulyelerin çimlenir. Sonra yine eski günleri özlersin.
Mevsim artık şenlik mevsimi.
Nice şenlikler, hep şenlikler...

22 Şubat 2012 Çarşamba

"Buna kırmızı ve börek eklenecek!"

Geçtiğimiz cumartesi akşamı hepimizin 10 yılı aşkın süredir beklediğimiz bir olayın ilk adımı atılmış oldu. Gülcem ve Köksal'ın nişanı romantik ötesi bir ortamda nice kahkaha ve koşturma ile sona erdi.
Kalabalıktan dolayı yüzük anını tam olarak yakalayamamış olsak da, oyundan sonra çok fazla alkış alan bir tiyatrocu yerine saniyelik de olsa kendimi koyup, abartılı bir coşkuyla ağlamaya başladığım bir moda sahiptim yine. (tam olarak ağlamadım, o moda girdim)
Sene 2000; gittiğimiz bir pikniği ve gençlerle birlikte dağdan inişimizi hatırlıyorum. Ve gülmekten yerlere yattığımız o güzel günü...Sonra çöpçatanlık hikayeleri, büyük aşklar, devamı gelen büyük aşklar...
Hepimiz değiştik. Ama aslında hepiniz ne kadar aynıyız...
Ortaokul, lise ve oradaki herşey bana en çok ait olanlar ve kalanlarmış gibi gelir hep. Duygulardan, anılara kadar...
Elbetteki sonra hayatımı şekillendiren bir sürü insan var vazgeçemeyeceğim. Ama çocukluğun kalıcılığını inkar edemeyiz. Biz o zaman hep çocuktuk... ("hayattı yekpareydi...")
Buraya da not düşmek istedim;
Mutlu olun çocuklar! Evinizde bir odamız olacak bilin...Ve ben düğünde daha zayıf olarak ve şişmemiş bir yanakla bulunacağım.

Sevgilerimle...

5 Şubat 2012 Pazar

nakış işi çiçek


İğne ipleri gezdirir. Renkli yolculuk olur ip, batar ve çıkar. Sonunda güzel bir şey olur. Kenarına da bordo bir çerçeve konur.
Annem gibi becerikli olup patchwork battaniyeler yapamam, dikiş dikemem.
Ama uzun bir sürede tamamlansa da, bu da benim terapi üssü sanatım olsun.

26 Ocak 2012 Perşembe

The skin i live in

Güzel bir akşam yemeği ve hafif bir karla başlayan akşamımız, uzun zamandır izlemek istediğim ancak kocaman başkentimizde sadece tek bir sinema salonunda gösterimde olan bir Pedro Almodovar filmi; the skin i live in ile devam etti. Film bitti ve biz boş baktık.

Kendi çapımda bir sinema sever olarak, Almodovar filmini tanıyabilirim; renkler, kadınlar, dudaklar, ana temalar (adı üstünde anneler), eşcinsellik, aşk, neşe, dram, hatta neşeli bir dram...

Çok şanslıyım ki filmden önce de sadece bunları düşünüp, hakkında adam gibi yorum okumadan, İMDB puanına bakıp, yönetmeni referans alarak girdim. Şanslıyım çünkü filmden önce en ufak bir şey bile bilmemek, duymamış olmak gerekiyor. "i see dead people" mantığı değil, ama bilmemek gerek işte...

Aslında herhangi bir spoiler içermeyecek bu blog yazısındaki uyarılarım bile fazla olabilir filmi izlemek isteyen biri için ancak "beğendim ve siz de izleyin" demenin başka bir yolu yok sanırım.

Bir kere gençlik zamanımızın ilk gözde aktörlerinden Antonio Banderas fazla başarılı bir estetik cerrah olarak filmin içinde. Ana dili ve yaşlanmış hali karakterin psikopat durgunluğuna bence çok yakışmış. Sadece filmin bazı yerlerinde tanıyamadım adamı, oralarda pek çirkin ve garipti.

Ne demiştim ben; renkler, aşk falan... İşte Almodovar Amca bu çalışmasında bunlardan olabildiğince uzak durmuş o yüzden film bitince kalp çarpıntısı, ağırlık, rahatsızlık hissi çıkarılabiliyor ancak renk olarak. Rahatsız olmak, bir darbe yemek, bir çarpılmak sonuçsuz ama yerinde biten filmin ana fikirlerinden.

Ama tüm bu etkilerin yanında insan hayatı sorgulamıyor tabi filmle. Yani öyle çok bir şey değiştirmiyor hayatta (film sonrası zamanla bağdaştırma huyum vardır evet) ancak neredeyse film sonrası 48 saat geçirmeme rağmen etkisinden kurtulabilmiş değilim.

Sevenler için en iyi Almodovar filmi olmayabilir (ki bana sorulsa ben "budur" diye çekip çıkartamam) ama en "beğenmem" diyeni bile sarsacağından eminim.

Filmin İMDB puanı ise 7.7 ki bu da başarılı bir ölçüt. Ama ben 8 den aşağı vermem.

Daha çok psikolojik analiz yapmak isteyebilirdim (artık yapabildiğim kadar), lakin onu yapmak demek filmden bir sürü olayı çıkarıp bir sürü spoiler demek.

Kısaca artık gösterimde olmayan bu başarılı filmi bulun, izleyin derim. Küçük küçük detayların hepsine takılıp eleştiride bulunmayacaksanız, başarılı bulacağınızdan eminim.

Falling Slowly

Ankara'da çok yağmur var bugün. O güzel karın hepsini sildi götürdü.
Açtım Mabel Matiz dinledim.
İçimde çok yoğun bir sıkıntı var, nefes aldırmıyor. Sebepsiz değil, buraya yazınca da geçer mi bilmiyorum
Kurgulayıp yazamadığım geçen haftaki martı geliyor aklıma.
Rüzgar ve deniz olmasa sanki uçamayacak gibi olan.
O beyaz kanadın süzülüşü gibi bir huzur istiyorum.

14 Ocak 2012 Cumartesi

Yaşamak güzel şey doğrusu
Üstelik hava da güzelse
Hele gücün kuvvetin yerindeyse
Elin ekmek tutmuşsa bir de
Hele tertemizse gönlün
... Hele kar gibiyse alnın
Yani kendinden korkmuyorsan
Kimseden korkmuyorsan dünyada
Dostuna güveniyorsan
İyi günler bekliyorsan hele
İyi günlere inanıyorsan
Üstelik hava da güzelse
Yaşamak güzel şey
Çok güzel şey doğrusu.
Melih Cevdet ANDAY

12 Ocak 2012 Perşembe

o şarkı

O; gece içimden söyleyeceğim şarkıyı bulmam çok da vakit almadı.
Evet yine bunalım ama özünde Murathan Mungan'ı taşımakta. Zaten bu yüzden de çok gerçek ve can yakıcı olabilir. Aşk Tesadüfleri Sever isimli, güzel müzikli filmin soundtrackinden.
Taze aşk acısı çekenlerin dinlememesi gereken cinsten.
"Ben"imizi kaybetmemek dileği ile...
Kendisinden daha önce başka bir şarkıyı bu kadar zevkle dinlememiştim.

Nülüfer isimli şarkı Müslüm Baba'dan geliyor: