30 Mart 2010 Salı

22.00 ye kadar açık hocam

haha kütüphaneden blogla dertleşmek de ayrı bir olay yani...evde zaman kaybetmeyeyim diye buraya geliyorum yine de kaçmanın bir yolunu buluyorum.
ama hakkımı yememeliyim çünkü güzel çalıştım sayılır bugün.
fotoğraf makinem olsa idi karşımda oturan, fascism and nazism çalışan çekik gözlü arkadaşın fotoğrafını arkada bikbik konuşan çiftin fotoğrafını, bir de kendimin nasıl gözüktüğünü anlamak için kendi fotoğrafımı çeker, bu entrinin tam burasına koyardım. lakin yok.
şikayet etmeden devletin borçlanmasına dair ne kadar bilmemem gereken şey varsa hepsini bilmeye çalışmalı arkasından da soru çözmeliyim.

bu arada hiç paralı makinelerden sandöviç yiyen var mı? iki gündür yiyorum 1.5 liraya. ama son kullanma tarihine dikkat ederek...yanında kutu şeftali suyu ile çok başarılı olduğunu belirtmem lazım.içinde böyle bir rus salatası kıvamlı bişi var çok lezzetli.

soğuktan tuvalet ihtiyacımın sıklaşması da söz konusu olmasa, burda uyurum wallahi..sabah zor olmaz böylece..

ah kütüphane ne kadar huzurlu bir yer ne kadar güzel bir yer ne kadar mutlu edici...

ne kadar pozitifim değil mi bugün?

29 Mart 2010 Pazartesi

yağmur

Her bahar ilk işimdin
Sana yağmur getirirdim
Güvercin kanatlı mektuplarda

Behçet Aysan

28 Mart 2010 Pazar

bahar kokusu

Bütçe kanunundan ve hazırlanışından, yok zamanlarından haziran sonu, 55 gün bilmemne..gereksiz triklerinden daha çok bu pazar sabahı yeşil yürüyüşler, fonda kuş sesleri ve pembe beyaz bahar dalları çerçevesinde huzur arayışı benimkisi...Bulduğum ilk sessiz çimlerde yatmak ve öyle bakmak gökyüzüne mesela...

Bütçe olmayınca, akabinde bono çek ayırımı, zilyetlik falan olmayınca özellikle de akıldan uçup gitmemesi için zorla ayaklarından tutabilmeyi ve beynin içinde oturtmayı öğrenemedikçe zor bu işler huzur falan gibi, anladım tabi biliyorum.

Güneş gözlüğü takıp, dizlerimde etek ve kısa kollu bir t shirtle, ayaklarıma bez bir ayakkabı giyip niyeyse beytepede olmak istedim şimdi.
Oysa güneş gözlüğüm yok bile..hatta hiç alışık değilim takmaya. Beytepeden de hep odtüye kaçtık bu zamanlarda zamanında..ama şimdi ne güzel geldi güneş gözlüğü ile aynı fotoğrafta kendisi...

En çok böyle pazar sabahları başka meslekler hayal ediyorum geriye dönüp...Ne komik değil mi?

21 Mart 2010 Pazar

bazen nasıl böyle dünyanın en gıcık insanı olabildiğime ben de şaşırıyorum.
neye bu gereksiz isyan anlayamayıp en sevdiklerime neden çektiriyorum?
en çok bu zamanlarda sevmiyorum kendimi.odama kapanıp, telefonları kapatıp kendi kendime ağlamak istiyorum.
hiç iyi olmuyorum.
hiç iyi etmiyorum.


bahar geldi kapımıza eyvallahh!




perşembe özlediğimiz bir kısmi özgürlük gecesi idi.
farkı, bira içmeye hepimiz, aşk-ı memnu ya yapışarak başladık.
efendim sora tekila falan derken, bayadır gitmediğim, artık ferahlaşmış if performance hall'da aldık soluğu.hopladık zıpladık bekledik, elmalı votka içtik iice güzel olduk. sonrası..

fatima spar, ebrunun keşfi, ve freedom fries, ve kibirli ceviz ve atılan göbekler, özlenen geçmiş günler, çok hoş bir türk asıllı avusturyalı hatun sahnede, inanılmaz dudak mimikleri ile dans ediyor, göğsünde bir tane ben hatta, nasıl yakışıyor...

ben tabi uzun süredir içki içmediğimden birazcık çabuk etileniyorum ama saçmalamak yok..sadece duruyorum da bakıyorum, insanları izliyorum, kafası güzel gözlemlerde bulunuyorum insanlar hakkında da işte diyorum bunu yazmalı..tabi ki eser kalmıyor sabahında o düşüncelerden.
bir yandan sabahki dersi düşünüyorum...neyi ne zaman çalışsam da halletsem diyorum.
kalbim biraz daha hızlı çarpıyor.
sonra aman diyorum...daha yüksek zıplıyorum..eskisi gibi ne güzel dans ediyoruz hep beraber, öyle gelişigüzel...çok hoşuma gidiyor...demek ki hala gece eskisi gibi olabiliyoruz diyorum, seviniyorum.

sonra aybalayla eve erken gidiyoruz..aama tam zamanında, en güzel yeri damağımızda...
hatta fatima abla kızıyor, nereye diyor, türkücüyüz bak biz diyor aksanlı türkçesi ile kızılcıklar oldu mu yu söylemeye başlıyor...onda göbek atmadan çıkmıyoruz tabi...sonra terki diyar edip orayı, o sırada bursada olan cb ile konuşup pat diye uyuyorum.

cedacım ankarada yaşamaya başlayacak artık..sabah belli oluyor..mülakatı geçiyor...hemen iş teklif ediyorlar..7 seneden sonra ankaraya dönüş yapıyor. işi alış şekline özeniyorum tabi, aynı huzuru yaşamak istiyorum, bekliyorum.
Sonra yanımda olacağına artık, buralarda olacağına, daha huzurlu günlerde onun da göbek atacağına benle seviniyorum. Orta Dünyada üşüyor ve çay içiyoruz. Bazen gözlerimiz doluyor da dertleşiyoruz. Hayat kızılırmak sineması önünden, kaldığı yerden devam ediyor sonra...gelip ders çalışamıyorum. hala bitmeyen mad menle unutuyorum bu sefer.

O akşam artık a.banuyu kazanılan ilk resmiyetle arif beye veriyoruz. gençler anlaşmışlar muhabbeti ve türk kahveleri uçuşuyor kayserilerde...bir allak bullak olup vay be oluyoruz, zaman ne çabuk geçiyor diyor, inanamıyoruz gülece, zeynep ve ben olarak.

Cumartesi akşamı ise Nuri Usta isimli lokantanın çeşit çeşit yemekleri ve Yüreğine Sor isimli filmle aile saadeti içinde geçiyor.

Şimdi en çok istanbulda olmak istiyorum aslında...bu güneşli havada, pazar sabahında deniz kenarında kahvaltı istiyorum. huzurlu bir bardak çay ve mutlu bir bahar olup cb yi de yormamak istiyorum.



13 Mart 2010 Cumartesi

bir gece vakti

saat epey oldu.
aslında uykum gelmiş olabilir ama artık sigarayı cb ile bırakmış olduğumuzdan (daha ilk gün) içmeden nasıl uyuyabileceğim onu bilmiyorum.. o yüzden yatıp karanlıkta dönüp durmaktansa hala ayakta kalmayı, bir şeyler çalışabilmeyi ya da izleyebilmeyi temenni ediyorum.

Yoğun ve koşturmacalı, bol yeni insanlı, kafayı kemiren yeni düşünceli bir haftadan sonra bu gün evdeydim.

Aslında haftada bir gün de olsa bütün günü evde geçirmeye ihtiyacım var sanırım..Yani her dönemde böyle oldu...Evde olduğum zamanlar, hele de ders çalışmam gerekiyorsa ancak çalışamamışsam, akşama doğru sinir bozukluğu, asabiyet sahibi olduğum bir gerçek...Tamamen vicdan azabından kaynaklanıyor...
Çalışamayacağımı bile bile de evde olmaktan vazgeçmiyorum.. Bilmiyorum üşengeçlik belki de...
Benim evde olmam aslında öyle odamla uğraşmam falan anlamına gelmiyor...Ama yalnız ve kendimle oluyorum...İşte bazen buna ihtiyaç duyuyorum.

Bugün de sabah geç kalktım, çayımı aldım, evde de kimse yoktu Çiğdem dışında.. O zaten odasında takılmakta genelde...Hatat çoğu zaman yatağına tünemekte...Ancak tünerken laptopının ısısı olmadan rahat edemiyor kucağında.

Her neyse çayımı aldım, gazeteler, salon, TV karşısı ve azcık bir kahvaltı...
Sonra bilgisayar, sonra feysbuk, mailler, takipte olduğum bloglar....
Bu arada ayaklarımda, cbmin bana doğumgünü hediyesi gömleğin koluna yerleştirdiği ve doğum günüden bir hafta sonra hediyesi olarak sunduğu ayıcıklı çorap patikler vardı...Terlik giyemeyen bir insan olarak, daha doğrusu terlik giyince ayağında tutamayan biri olarak, patiklere, renkli ve kalın çoraplara bayılıyorum...Tekrar teşekkür ederimm sayın cbcim, muşumuşum...

Evet sonra da oturdum işte dersin başında....

Ancak evde olunca, hele de yalnız olunca 10 dakika çalışıp 3 saat mola veriyorum...Asıl sorunum bu...ve ders çalışıyorum nasılsa diye o mola sırasında faydalı bir şey de yapmıyorum...sadece zaman geçiriyorum...ve işte tüm bunlar günün sonunda içimde büyümüş bir vicdan azabı ve boğazımda bir düğüm olarak kalıyor.

O yüzden kütüphaneyi kendi evimmiş gibi benimsememin vakti geldi de geçiyor bile..

Güzel bir akşam yemeği, biraz ders çalışmalı, oyalanmalı bir akşamdan sonra, yatmadan önce, annemin de seveceğini düşündüğüm için aldığım Julie&Julia isimli mutlu ötesi filmi izledik.
Merly Streep inanılmaz...Ordan oraya hopluyor, gülüyor, mutlu oluyor, mutlu ediyor...
Kendisini asıl Angels in Americadan beri beğenerek izliyorum diyebilirim...
Onun dışında filmle beraber inanılmaz derecede acıktım...
Ve canım, tere yağında kızarmış kırmızı et veya hamura sarılmış ördek eti çekmekte şu anda.

Film sırasında sadece yemekleri yemeye özenmedim...Yapmaya da şiddetle özendim...ama en çok da yemek yaparken, ordan oraya koştururken, ağzımı şapırdatarak, bir heves ve merakla, yapılan yemeğin tadına, onu karıştırdığım kaşıkla ucundan bakmaya, sonra gözlerimi kapamaya ve beğenileceği için mutlu olmaya özendim...

Neyse işte film bitti, annem yattı, ben acıktım ve keşke filmin sonunda tanışabilselerdi diyerek iç çekiyorum. (spoiler içerdi geçtiğimiz cümle, baştan söylemediğim için üzgünüm, amaaaan zaten, sanki yüz kişi okuyor bunları:))

Filmle beraber blog olayına da özenmiş olabilirim daha fazla...

Annem akşam bugün dedemin doğum günü olduğunu söyledi...Daha önce bilmiyordum...Ve kendisinin balık burcu olduğunu öğrenip hem şaşırdım hem de mutlu oldum.
Balıkların fazla güçlü karakterlere sahip olacağını pek düşünmezdim çünkü, o yüzden şaşırdım. Daha doğrusu güçlü demeyelim de sert diyelim, dediğim dedik ya da...
Gerçi şiir gibi duygu dolu mısralar da dedemin okudukları arasındaydı.
Hatta ben de şiiri ilk onun kütüphanesi ile ve Rahmi Gülbayrak isimli asla unutamayacağım edebiyat hocamız sayesinde sevmedim mi? Orta sonda...Rahmi Hocanın beğenmesi için gidip dedemin kütüphanesini karıştırmadım mı hep??
Ve kütüphanesini karıştırdığımda altı çizilmiş cümlelerden etkileniyor olmam, belki de ondan bir şeyler aldığımı gösteriyordur...


14 şubattan sonra yine kütüphaneyi karıştırırken bulduğumuz ve kendisinin yazmış olduğu şiir kitabı da bir kez daha beni vurmadı değil...

Bu geceki yazımı sonlandırırken,
yarın da havanın böyle güzel olmasını umut ediyorum...
Daha çok yarın akşama kadar, aslında bugün bitirmem gereken şeyleri bitirmeyi de umut ediyorum.
Dedemin bunları okuyor olması ama saçmalık dememesini de umut ediyorum.

İyi geceler....



karıştırıp duruyorum ben

siz de rüyalarınızla gerçek hayatı karıştırıyor musunuz acaba???

10 Mart 2010 Çarşamba

bazen yeni bir insan hayatınıza girdiğinde hele ki sevgili ise o, hayatınız artık eskisi gibi olmaz...sizin için yeni bir dönem başlar.

bazen de doğduğunuzdan beri etrafta güp güçlü olan biri hayatınızdan tamamen çıkmışsa, ya da öyle demeyelim de gitmişse, bir daha göremeyecekseniz, sesini duyamayacaksanız yine hiç bir şey eskisi gibi olmaz.

bir dönem daha kapanmış, yeni bir dönem daha başlamıştır.

7 Mart 2010 Pazar

two lost souls swimming in a fish bowl




sert bir kahvenin kokusuna,

kendimize yer edindiğimiz, ikimizi de kabul eden akvaryumun derin ezgi ve sözlerine,

birbirimizden daha da yüz bularak arka arkaya yaktığımız sigaralara ve muhabbetine, paylaştıklarımıza,

dünyayı kurtarışlarımıza

ve "ay" larına,

atinaya

selam olsun..

selcan seni özledimmmm!!!

bugün neler oldu?

odamı topladım en azından artık masamın üstünde ders çalışabiliyorum.
duvara uzun süredir asılmayı bekleyen saati astım.
annem çiçekler almış, yeni güzel saksılara onları koyup penceremin önüne koydu içim açıldı.
cb ile yeni yeni şampuanlar, duj jelleri falan almıştık, onları deneyeceğim için heyecanlıyım. Tek dileğim içlerinde böle rahatlatıcı, gevşetici, pozitif etkili mucizevi bişilerin olması ve beni rahatlatması.
birazdan bir mad men izleyip iki gün içinde 3. sezonu da sonlandırmak amacım.
eskiden oscar törenlerini izlerdim, babamla kavga ederdim (lisede falan) yine de izlerdim.
şimdi canlı izleme gibi bir hevesim yok.
sabah dersane var.
öğleden sonra kütüphane.
sonra caymazsam yarım saat koşmak arzusundayım kemiklerimin ve ruhumun rahatlaması için.
sora da babaneye ziyaret..
aslında ananemde bir sürü bir sürü yazılcak şeyler çıkıyor ortaya...
oradaki anılarımın hepsini, özlemimi, daha geçmemiş hüznü bir yerlerde biriktiiryorum içimde de ne zaman nasıl çıkacak ortaya ben nereye dökeceğim içimi bekliyorum..
öle işte.

who'd have known? cb?



are you mine? are you mine?
cos i stay here all the time,
watching telle, drinking wine,
who'd of known, who'd of known,
when you flash up on my phone,
i no longer feel alone,
no longer feel alone.



2 Mart 2010 Salı

yaş 25 derken?

bundan tam 1.5 saat önce doğumgünüm bitti. benim 24 yaşım bitti, 25 oldum. 25 inanılmaz büyük bir yaş değil mi sizce? bence öyle...ama daha 17 falan hissetmekteyim. bu iyi bişi değil ama içindeki çocuk ruhu falan...öyle pozitif olaylardan değil.
ben sanırım büyüdüğümü, dana kadar olduğumu kabullenemeyenlerdenim.

Dün gece lise tayfası ile gülcemin gidişinin toplaşması gece sonunda ertesi günki bahar doğumu kutlamasıyla son buldu. Arada köksaldan aşırdığım 2 çatal cheese cake ilk doğum günü pastamdı.

Sabah ise annem ve çiğdemin öpcükleriyle başlayan, hediyelerimin yatağa geldiği,dersane ile devam eden sıkıcı gün, eve gelip uyumam sonra vazgeçilmez yerim kütüphane ile devam etti.
bu sırada cb ile buluşup onun günü güzelleştirmesini izledim.
ama gün hala güzel değildi aslında çünkü ne yalan söyleyeyim buruk ve yalnız hissediyordum hala...

cbye bir bunalım anında bu sene kutlamayalım dediğim günün, beni mutlu etmesi, sevdiklerimle, arkadaşlarla güzel olacaktı..hatta "sen beni niye ciddiye alıyorsun?" diye kızmış bile olabilirim sabırlı kişiye...

ama benim adetim (zeynep ve ayşe en iyi bilenlerden..) doğum gününde ayrı bir şımarık bir kapris sahibi oluyorum. napıyım..bi de böyle iç sıkıştırıcı, dışarı çıkmadığım zamanlar ya...bu gün daha güzel olsun istedim...en masum halimle:)

o sıralarda başka bir güzel haber aldım (ne kadar güzel hala emin değilim gerçi de yakında paylaşırım)

sonra yemekti, singapurdan, isviçreden, istanbuldan, sevdiklerimden mutlu eden telefonlardı derken efe ve dideme uğramak olan plan diğer en yakınların da orda olması ile, balonlar eşliğinde süpriz partiye dönüştü. elma şekerim (cb), çilekli pastam, hediyelerim ve gerçekten bugün beni her zamankinden daha mutlu eden arkadaşlarımla gün güpgüzel oldu.

Senelerin alışkanlığı, efendim kutlu doğum haftasının üyeleri, o günü daha özel kılan insanlar aslında bir kaç senedir istanbuldalar. onlar olmasa da şımarabildim belki ama keşke onlar da olsalardı. Hatta bu sene ankarada ve yanımda kalan tek kırmızı beyazlı bankacı kişiliği, denizlerinin yanına aldılar. O da beni sadece bir kere arayıp( e daha ne yapsın demeyin bizim bu olaylarımız böyle idi eskiden) dün gece ve bu gece erkenden sızdı, uyudu.
Keşke dedim o da olsaydı.

Olsun...kötü günler, mutsuz günler...hep sevdikleriyle daha güçlü insanın...son 20 gün içinde bunu çok yakından anladım.

Bu aralar benim gibi mızmız ve şikayetçi bir insana sabır gösteren, şefkat gösteren herkese çok teşekkür ederim.

cb'ye; anneme notunu ilettim, güldü.
her şey ama her şey için sana daha çok teşekkür ederim. sen de iyi ki varsın. en kısa zamanda hayat güzelleşince,istediğin kadar çocuk ol, söz her dediğini yapcam. senin de zeynebin de:)

bir de bugün ilk aşklarımdan bonjovinin de doğum günü olduğundan, radyo odtü bonjovi özel arabada olduğum zamanlarda ayrı bir keyifle dinlendi hatta cb ile mutlu olduk.

herkese tekrardan çok teşekkür ederimmmmmm

öpüyorummmmm