17 Ekim 2011 Pazartesi

"kış gelmişti işte ve biz içeriye çağrılmıştık."

"içimin de dışımın da olmadığı ya da içimi de dışımı da bilmediğim bir dünya zamanıydı; sanırım 8-9 yaşlarındaydım.
acıyı, neşeyi, kederi henüz ayrıştırmamıştım.
hayattı;yekpareydi, herşey, bir şeydi.

mevsimler birinden öbürüne devrilirken, elimizi arı sokarken, bisikletten düşüp dizlerimizi kanatırken canımıza bir şey olurdu, hissederdim. ama acıya dahil değildi yine bunlar.
hayattı yekpareydi işte.

zaman hayatı parçalara ayırıp "parça parça" görmeye başladığımızda, acı o yekpareliği yitirdiğimizde oluşacaktı.

şimdilik dünya geniş ve ılıktı. biz kendi ılık dünyamızın içinde salınan, uçuşan perilerdik."


çok sevdiğim birhan keskin'in bu şiiri tek derdimizin yemekten sonra da dışarı çıkma ihtimali olduğu, ertesi gün tüm kaslarımız ağrıyıncaya kadar sokaklarda koşturduğumuz, özgürlükle yekpare olduğumuz zamanlara gelsin.

Zillere basıp kaçtığımız için kafamızdan su döken teyze, eğer hala buralardaysa bizi anımsasın mesela. Ya da kavga edelim haftasonu pikniğimizi hangi apartmanın önünde yapacağımızla ilgili.
Her gün tüm sakız paralarını birleştirip ucu ucuna denkleştirip aldığımız ama kimsenin annesinin dolaba almadığı ve dolayısıyla ağaç buzdolabımızdan her gün kaybolan kedi mamalarını anımsasın, gözümüze kestirdiğimiz kediler, tüm arkadaşlarım, bu dünyadakiler ve diğerleri.
Yakan toplar kovalasın ki bizi en azından rüyalarımzda ve hatıralarımızda; dizlerimiz yırtık, içimiz rahat olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder