26 Aralık 2010 Pazar
mutlu yıllar!
13 Kasım 2010 Cumartesi
bir mesai yazısı
29 Ekim 2010 Cuma
eşik, keder
17 Ekim 2010 Pazar
bişiler bişiler
25 Ağustos 2010 Çarşamba
18 Ağustos 2010 Çarşamba
1-2-3- arrtma
Karmaşık olan kafamın bu günlerde mevcut bir huzur, dinginlik ve farklılıklarla daha da karışma aşamasında olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yılların ilerlemesiyle gelen belirsizlikler, öncelikler, yeni kişiler, yeni hayatlar buranın verdiği huzurla daha önce bu kadar ön plana çıkmamıştı düşüncelerimde.
Her anını, burayı ve geçmişi hissederek geçirmeye çalıştığım bu Bodrum tatili aslında buraya ait hayatımı ne kadar da özlediğimi hatırlattı bana.
Şu anda farklılaşan hayatlarımızdan dolayı, sitede benden başka kimse yok bizim tayfadan. Ama aslında her yerdeler.
Bunu ilk fark edişim, geldiğimiz ilk sabah aileyle Körfez Pastanesi’ne uğrayışımızla oldu. Filmlerde olur ya herkes gider birden etraftaki ve sadece anılardakiler olur sahnede. Benim de sabaha karşı sıcak poğaça ayranla ayılmaya çalışıyor olmamız geldi aklıma. Ya da bunun için çabalayan tek ben olabilirim o sabah evet.
Yanlış hatırlamıyorsam, hortumla yıkanma icadı da o sabah ayrandan sonra gerçekleşmişti. Hatta, barlar sokağındaki trafik kazası ve şiş bir alınla uyanmış olmam da…
Şu anda “aayy ne ayıpmış” gelen sahneler, aslında ne kadar da güzel zamanlarmış…
Bir süre toplu halde yaşadığımız bu evde de o kadar çok anı var ki…Annemin “bu ne” diye çekmeceden bulduğu mohito aleti mesela…tahta hani..adını söyleyemeyeceğim ama o bile ne kadar mutlu edip tam o akşama götürdü beni anlatamam.
Dün ve bugün yürüyüş yaptım. Evet yıllardır ilk defa bunu iki gün üst üste gerçekleştirdim. İlk yürüyüşüm Oğul yokuşu, klasik palyaço “o” yokuşu idi..Bu yürüyüşü gerçekleştirmeye gece 22.00 gibi başlamış olmama rağmen, sadece karşıma çıkan bir palyaço düşünüp gülümsedim. Korktuğum sadece köpeklerdi… Oysa ne senaryolarımız, ne hikayelerimiz ve yokuş aşağı ne deparlarımız vardı orda. Bir keresinde de yıldızları izlemiştik oturup en karanlık yer diye. En çok yıldız burada kaydı hayatımda. İlkini burada görüp burada dilek tuttum. Kimi gerçekleşmedi..Düşündüm de spesifik olanların hiç biri gerçekleşmemiş…Ama en güzel yıldızlar burada hala..En güzel gün batımı da.
Farklı hayatlarımız taa ilkokuldan beri burada kesişiyor her yaz, ortalama bir ay..Ya da dili geçmiş zaman…Aynı oluyoruz burada. “ Devam” için farklı yerler beklediğinden bizi, fazlasıyla çıkarsız aslında…
İlk kavga ettiğim insanın yıllar içinde en yakın arkadaşlarımdan biri olması, hala kavga etme potansiyelim olan insanın da karşılıklı naz etme eylemimizin bilincinde olduğunu bilmem şu anda beni gülümsetiyor.
Şimdi, mutlu oluyorum, ailem, sağlık, mutluluk, telefonun öbür ucunda canım sevgili…Ama işte iskelede yürürken eksik bir şeyler.. Denizdeyken, adaya tek başına yüzmeye korkarken de..Ufuk olmadan güvenemem ki denize.
Burası her şekilde güzel. Köşe başında oturan beyazlı teyzenin gecenin bir yarısında bizi altımıza ettirmesinin anısıyla güzel. O çocukluk güzel işte..Ulan ne şapşalmışız derken ne kadar da güzelmiş diye düşünmek çok güzel…
Arıtmadan, sarhoş olup yerlerde sürünüp, acayip gözyaşlarına, “burası çorbacı mı” dan, “burada yer var istersene” kadar..Oooo daha bir sürü…Çok yalın ve çok geyik belki ama klasik yazlık yıllarının en güzel yeri burası. Büyüdükçe yazlık olayı ne kadar saçma gelse de, ileride çocuklarımın da her yaz böyle arkadaşlıkları olmasını isterim aslında.
Bu siteden de dışarıya taşıyacağı arkadaşlıkları…
Sizi çok özlediğimi buradan haykırarak bağırıyorum. Çok arıyorum, çok anıyorum. Yalıkavağın her köşesindesiniz yahu. Her köşesini gezmek istedim ki daha çok şeyi hatırlayabileyim.
Burası sizsiz eksik..
Evlenmiş olup, fazlasıyla büyümüş olabilirsiniz, işler kurmuş, ödüller almış…
Hayat başka hayatlar kurmuş olabilir sizlere..bizlere..ama adım gibi eminim ki o sahilde aynı dağınıklıkla yer işgal edip, bahçenin çimlerinde aynı salaklıkla yuvarlanabiliriz bir aradayken..Gece inip aynı köşeye saklanırız, en sağa…
Artık evliliklerden, çoluktan çocuktan, işten, hedeflerden konuşuyor olabiliriz ama bıkmadan usanmadan aynı sahneleri en ince ayrıntısıyla anlatıp karnımız ağrır gülmekten yine.
Öyle işte..Bu da buranın yıllarına, size olsun içimden geçen. Bir dahakine daha duygusal olabilirim.
Bekliyorum en yakın zamanda..sabahlamaya...battaniyenizi, yastığınızı alın gelin, hepiiniiiizzzzz!!
Seviyorum sizi…
22 Temmuz 2010 Perşembe
Time never dies and the circle is not round
Beyaz Astralı Prens ve Gri Kukuletalı Kız
Aşağıdaki hikaye "Can"ım'dan bana birinci sene hediyesi idi..En güzel hediyesi...Uzun zaman geçti ama paylaşmak istedim burdan bazı özel şeyleri çıkararak..Bakalım kimlere tanıdık gelecek:)
Sen de biliyorsun değil mi?
Zamanin birinde Angara cografyasi kucuk kucuk kralliklara bolunmus, bu kralliklar arasindaki savaslar, diplomatik oyunlar ve ic cekismeler yuzunenden kotu gunler gecirmekteymis, bu hikaye o zamanlarda bu cografyada yasanmis en destansi ask hikayesini anlatiyor...
Primavera; Askerler ve İksircilerden olusan bir ailenin buyuk prensesiydi. Ailesinden farkli olarak onun ilgisini Angaradaki kralliklar arasi iliskiler ve bunlari duzeltmeye yoneltmisti. Kalbinin altin kadar saf ruhunun su kadar berrak olmasi ona bu sorunlarin cozulebilecegi umudunu veriyordu.
Bu kucuk prensesi ayiran baska bir nokta ise dillere destan guzelligi ve diger prenseslerden farkli olark tac takmak yerine gri bir kukuleta takmasiydi,Gunun birinde haberi oldugu AGVK (Angara Genc Veliath Konseyi)’ye gitti bu kurum adindan da anlasilacagi gibi genc prens ve prenslerin gelecekte baris icinde birlesmis Angara hayali uzerine gorusmeler yaptigi bir veliath konseyiydi.
Canbu Han, Angarinin fakir ama inancli bir bolgesinde hukumranlik suren Fountain ailesinin tek veliahti idi, En bilinen ozelligi eski angaralilar gibi esmer teni ve cekik gozleri ve gencler arasinda cok yaygin olan oyunlara olan ilgisiydi, kendisini ailesinin destegi ile ilime adayan prens, yasi ilerledikce devlet meselelerine ilgi duymaya ve bu sebeple gezmeye basladi, gezintilerinde babasinin kadim ati Beyaz Astra ona eslik ve yoldaslik ediyordu. Guzel primevera AGVK’ya gelmeden cok once orda bulunuyor ancak bu konseyin islevini yitirdigine dusunuyordu, ancak orda bulunan idealist veliathlara yardim etmek ve eski dostlari gormek icin arada sirada ugruyordu.
Kaderin cilvesidir ki Canbu Han yeni veliahtlarin katilimi icin yapilan baloya davet edilmis, kadim dostu Mosyo Cem ile katilim gostermisti, Mosyo Cem AGVK’da ayni olumsuzluklari gormesine ragmen hala konseye inanan idealist bir prensti. Konsey tanitimi sirasinda gordu Canbu Han primevera’yi ici isindi bir an, primevera guzelliginden gelen cekingenligi ile diger yakin prenses arkadaslari ile gelmis onlarla oturmakta idi, o grubu Canbu Han’a gosteren uslanmaz romantik Mosyo Cem’di. Ama Mosyo Cem’in bir cumlesi uzdu Canbu Han’i, “Su grubu goruyor musun? Prenses Zeyna’yi cok begendim” sonra Canbu Han sordu “Hangisi Prenses Zeyna?” ve Mosyo Cem “ İste aralarindaki en guzel olan” o anda primeveraya tekrar bakip ic gecirdi Canbu Han ama nerden bilsin ki Mosyo Cem’in baska bir prensesten bahsettigini, sonra sonra primeveraya birkac kez zeyna dedikten sonra farketti hatasini ve o sicaklik geri dondu kalbine.
Sonra hayaller kurmalar, Mosyo Cem’in araciligi ile daha yakin olmaya calismalar derken birgun kotu bir haber aldi; Primevera’nin gonlu Muzisyenler Kralinin oglu Dedecan’daydi, icinde dusunup tasinip ailesinin ve halkinin orf adetlerine uygun olacak sekilde kalbine gomdu sevgisini ve uzaktan izlemeye basladi primevera’yi. Baskalari gordu mu bilinmez primevera’da bir damla vardi inci gibi parlak tam sol gozunde; sanki bir gozyasi damlasi gibi uzaktan arada parlardi.
Bu sirada Mosyo Cem’de kalbini fena halde Prenses Zeyna’ya kaptirmis devlet meselelerinden uzaklasmis durumdaydi ancak Prenses Zeyna Mosyo Cem’in askina karsilik verememisti, Mosyo Cem ile Prenses Zeyna arasindaki bu gelgitler sebebiyle primevera ve Canbu Han gorusme imkani buluyorlardi, Canbu Han’in kalbi sevgisini hapsedip icinde tutmaya calisirken bir haber geldi ajanlarindan, Primevera ile Dedecan ayrilmislardi. Hem uzuldu hem sevindi, Konusmaliyim primevera ile hislerimi anlatmaliyim derken bir haber geldi ulke sinirlarindan, Erzirik kralinin ulkelerine savas ilan ettigi ve kapilarinda bir tehlike oldugu. Bir an dondu kaldi Canbu Han cunku ulkesi icin orda bulunmasi zorunlu bir gorevdi.
Ama dayanamadi, hem hislerini hem bu gelismeleri soylemekten korktugu icin Primevera’ya ozel bir elci araciligi ile bir mektup yolladi, herseyi birbir tum acikligi ile anlatti.
Mektubu okuyan Primevera’nin kafasi cok karisikti bir yanda AGVK isleri bir yanda DedeCan bir yanda da Canbu Han’in haberi olmadigi cocukluk aski NikteSan ama o da bir garip oldu, Canbu Han’i bu mektubu konusmak uzere kendi ulkesinin guzide bir meyve Bahcesi olan La Natura’ya davet etti basbasa yedikleri gergin yemekte Canbu Han hislerini, Primevera’da cekincelerini anlatti. Canbu Han o an hislerinin karsiliksiz oldugunu hissetti ama yilmayacagini bilecek kadar kendini iyi taniyordu.
Savas patlak verene kadar ara sira orda burda karsilasip durdular ama gerginlerdi acaba sorusu geciyordu kafalarindan bir yandan da daha cok taniyorlar birbirlerini ve yakinlasiyorlardi ve savas patlak verdi...
Primevera’nin ne kadar iyi kalpli ve dusunceli oldugunu daha iyi anladi Canbu Han, cunku o kan vahsetin arasinda yuzunu gulduren Primevera’nin ak guvercini ile yolladigi kisa notlar ve ondan gelen guzel mektuplardi, Bir yanda da Primevera AGVK’da ust duzey gorevlerde yer alip ulkenin kucuk mecralarindaki talebelere Angara’nin bir olmasinin ne kadar onemli oldugunu anlatan konusmalar yapilan Konsey gezisinin Krallara ve onemli kisilere tanitimlari ile ilgililendi ve bu geziden sonra Ust Yonetim Konseyine secilerek calismaya basladi. Bir yandan da karisik kafasi dogumgunu balosunda yollanan pembe beyaz erzirik cucekleri ile daha cok karisiyordu ve icten ice o da Canbu Handan hoslanmaya basliyordu.
Savas bitmis Canbu Han ulkesine donmustu ama savas Canbu Han’da derin yaralar birakmis, kalbi iyilesemeyecek sekilde yaralanmisti. Halkindan ve Erziriklilarin olumleri yasanan aci olaylar ve askerlik disiplini onu garip bir ruh haline sokmustu, her ne kadar kendi inkar etsede o neseli o sevgi dolu Canbu Han gidip yerine farkli biri gelmisti. Bunu ilk farkeden Primevera oldu cunku kafasi karisan kalbi yaralanan Canbu Han icinde hapsolmus olan sevgiyide disari cikaramiyor primeverayi hareketleri ile uzuyordu ve bu kargasa icinde kendini toplarlamayi umarak bir geziye cikmaya karar verdi ulkesini dostlarini ve primeveraya olan sevgisini arkasinda birakarak tum bunlardan kacti, kadim dostu Kemal the 2nd ile at arabalari ureten bir ulkeye gidip yerlesti ama hersey umdugu gibi olmadi, kalbi acimaya sevgisi disari tasmaya basladi surekli haberler almak icin Mosyo Cem ile gorusup arada sirada ulkesini ziyaret ediyor, AGVK’nin partilerine katilip Primevera’yi gormeyi umut ediyordu, Primevera’da ayni sekilde ara sira guvercini ile mesajlar yollayip onun iyi olup olmadigini takip ediyor bir yandan da bu aptal prense kiziyordu.
Kavgalar, aglamalar, uzulmeler derken bir mucize oldu ama guzel bir mucize degil belki de, At arabasi uretimi durdu, Canbu Han’in annesi devasi olmayan bir hastaliga yakalandi ve Canbu Han Angara’ya dondu ve kalbindeki aciyi hafifletir umuduyla ilk bunu Primevera’ya haber etti. Primevera’nin kafasi karisti bir yandan Canbu Han icin uzulurken bir yandan da onu hayatindan cikarmak kendini daha fazla uzmemek istiyordu, ama o da bunun bir mucize olduguna inandi ve guzel seyler olmaya basladi, temiz kalpli guzel once ona Kralice Muzo tedavi ararken destek oldu sonra yeni bir ugras bulabilmesi icin onu itekledi, artik biliyordu Canbu Han Primevera’yi gonulden seviyordu ama ne guzel oldugu icin ne de prenses oldugundan cunku hayatinin kisindan ciktiginda onun bahari oldugunu farketti.
Yusuf Han’in devr-i alem planindan onceki ugurlama gecesinde, Aybela Prensesin verdigi davette sarildilar birbirlerine, Primevera asik degildi belki Canbu Han’a ama seviyordu tum bu yasadiklarindan sonra kafasi karisik olsa da iyi hissediyordu. O gunden sonra yavas yavas daha yakin olmaya birbirlerini siki siki darmaya basladirlar, Primevera’nin uzaklara olan seyahatinde haberlestiler.
Tigba ve ibru Sultanların malikanesinde Yusuf Han olsun, BobMarley Efendi olsun, Toygar Han olsun, Primevera dertlesmisti hepsiyle zamanında, ortak etmisti sevdasına. Artık herkes durumdan bahtiyar bulunuyordu, gelecegin kendilerine ne getirecegini bilemeden...
Aradan gunler aylar gecti Buyuk imparatorluk Konstantinapole Hamit Pasanin dugunune gittiler, ilk kez birlikte seyahat ettiler yanlarinda dostlari ile, sonra tekrar ettiler ara ara seyahatlerine Datcalar ve daha bircoklari...
Hersey guzel olmaya basladi giderek Primevera Asik degilim derken asik olmaya basladi Canbu Han’a giderek aralarindaki bag kuvvetlendi kuvvetlendi, Canbu Han biliyordu artik tum hayatini Primevera ile gecirecegini ama bu urkek kusu korkutmakta istemiyordu, ama engeller vardi kralliklarda isler ve sorumluluklar,
Primevera calismak icin bir konu secmeye ugrasiyor ancak onun istedigi gorevler tutulmus oluyor ya da istemedikleri karsisina cikiyordu, Canbu Han’in ulkesi silah ihtiyacini karsilamak icin bir fabrika kurdu ve Canbu Han buranin islerini istemeye istemeye idare etmek zorunda kaldi.
Primevera ise Hasta insanlara yardim etmeye adayan bir yeri isletti ancak bu isler yogunluklar yapmayi istemedikleri seyleri yapiyor olmak onlari mutsuz etmeye basladi, Canbu Han primevera ile daha rahat olmak bu devlet meseleleri ile cok ugrasmamaktan ufakta olsa bir ev bulup kraliyet islerinden uzaklasmak icin cabalamaktan bahsediyordu, Primevera korkuyordu, gelecekten ve zorluklardan ama karar verip bir yola baskoydu.
Gunler aylar yillar gecti, Ruya gibi bir dugunle evlendi bu iki genc veliath. Güller Kraliçesinin baktığı yüzüklü fallar doğru çıktı, ufak bir satoda, defne ve deniz isimli iki cocuklari ile mutlu ve beraber uzun bir omur surduler. Yaslanip disleri dokuldugunde bile isiriyordu primevera Canbu Han’i ve Canbu Han hale koca popolu yamuk burunlu diye dalga gecip kucuk parmagini burnuna sokmaya calisiyordu primevera’nin.
18 Temmuz 2010 Pazar
28 Mayıs 2010 Cuma
Edip Cansever
30 Nisan 2010 Cuma
hep böyle bebek hep böyleee
21 Nisan 2010 Çarşamba
ve ipek ve aşk ve alev
sana böyle akmaktan çok korktuğum için
oldu her şey.
şelaleler de bu yüzden ilgilendiriyor beni.
...dünya çok üzücü bir yerdi, savaş filmlerini ve
samurayları eskisi gibi sevmiyordum.. bir boşluktan
aşağı mı bırakıyordum kendimi.. teller tenimi çizip
canımı mı yakıyordu.. mutsuzluğuma mı alışıyordum
seni severken.. yoksa kan kaybından mı ölüyordum..
daha fazla parçalanacak parçam yoktu...
neyse,
sevgilim telefonun öbür ucunda ruffles yiyordu.
ben meleğimin kanatlarını kırdım,
ordan geliyorum. siz yine ikiz bardakları
kırmayın. bir deliydim, elementlerin de ruhları
olduğuna inanıyordum,
aklıma suyun intiharı geliyordu hep,
şelale deyince,
divaneliği söylüyordum.
sana böyle akmaktan çok korktuğum içindi.
şelalenin sinirini bozdum az önce
ordan geliyorum.
19 Nisan 2010 Pazartesi
yana yana
bir o yana, bir bu yana, bir o yana, yana yana...
dört rüzgarı kaderin peşim sıra, taraf ettin beni yabancı, yalancı
bir o yana, bir bu yana, bir o yana, yana yana...
dönüp durdum nafile, sevil ettin gönlümü
dünümü, bugünümü, gecemi, gündüzümü
yer döşek, duvar bulut, sır ettin, zor ettin
bulamadım yolumu, bilemedim sonumu
mahpus ettin beni, esir ettin, sefil ettin
işte halimdir, yıldızlar şahidimdir
bir o yana, bir bu yana
bir o yana, yana yana...
18 Nisan 2010 Pazar
11 Nisan 2010 Pazar
gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak, unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak..."
6 Nisan 2010 Salı
4 Nisan 2010 Pazar
kupalar
1 Nisan 2010 Perşembe
bakış açısı
hoşuma gitti...
"Biz bir yere gidersek, bu fetih olur...
Birileri bize gelirse bu işgal olur...
Biz hep önden vururuz...
Biz hep arkadan vuruluruz..
Başkası yenilir mertlikten biz üstleniriz!.."
30 Mart 2010 Salı
22.00 ye kadar açık hocam
29 Mart 2010 Pazartesi
28 Mart 2010 Pazar
bahar kokusu
21 Mart 2010 Pazar
bahar geldi kapımıza eyvallahh!
perşembe özlediğimiz bir kısmi özgürlük gecesi idi.
13 Mart 2010 Cumartesi
bir gece vakti
10 Mart 2010 Çarşamba
7 Mart 2010 Pazar
two lost souls swimming in a fish bowl
bugün neler oldu?
who'd have known? cb?
2 Mart 2010 Salı
yaş 25 derken?
28 Şubat 2010 Pazar
bugün her şey iyi?
belgsel izler, kuslarin hayatini
maymunlarin askini
zebranin kacisini
ormanlardan uzak odamda
cay icer, izlerim.
bir de benim belgeselim var
yonetmeni belli
hayatim, askim, kacisim
guluyorum ben orda
güzel bir hareket çekmişim dünyaya
iyi gozukuyorum, iyi
iyi bugun hersey iyi..
26 Şubat 2010 Cuma
25 Şubat 2010 Perşembe
bo ya da bö
oradan tahtaboşa
saatler çalışır izinsiz hep bir sonraya,
resimler sarı güneşsizlikten, duygular değişir
dostlar dağılır dört bir yana, kendi yollarına
ve sen ben, değirmenlere karşı bile bile birer yitik
savaşçı,
akarız dereler gibi denizlere, belki de en güzeli böyle...
uçurma uçar sözlüğümden, geri gelmeyecek bir kuş
yaşanmamış kırıntılar sadece bir düş...
23 Şubat 2010 Salı
ankara'nın en çok sevilen yanı
ama sevilen yanı,geçmişi bendekinden çok daha canlı tutması.ben hafızamda sahip değilken kendime,o tunalı hilmi kalabalığıyla sahip mesela bana.
dost kitap evi önündeki sarı bir bank kalıcılığıyla burda her şey.zamana vurulmuş koca bir darbenin basamakları yazanlar sokakta..sarı yapraklı ,huzurlu sokağın aldığı mutluluğu aynı yerlerde geri vermesi yalnızda olsa...
bahçeli sokaklarında küçük bir kızın yaşlanmış ve kocaman bir işaret parmağına tutunarak gezinirken, hayattan aldığı güvenin başlangıcı,aynı grilikte geçmiş yılların,yaşlı bakışların en hüzünlüsünden vazgeçişi artık küçük olmayan kızdan.güvenin aynı şehirde tükenişi...
tek tük sahneler akılda...köşedeki cafenin iki apartman ötedeki filme yetişmek amacıyla yenemeyen sigara börekleri,ankaranın kar havası fonda...bir kaç kız..daha ilk dışarı çıkmalar,ilk aşklar...eksilerek aynı yollarda devam etmek...kaçıncı aşklar...
kızılırmak sineması...bilet kesen yaşlı amcası,kavaklıdereye uzanan yokuşu.ankaranın akılda bıraktığı ütopik şehirlerin gözden geçirilmesi yeşilli yokuşta..
meclis kaldırımları bir de.çocuk yukarda olcak,anne aşağıda.el ele tutuşulcak,ama çocuk küçük olcak,herşeyden habersiz,koca bir hayat varken daha ankarada.bu şehirden başka şehir yok çünkü o zaman.sevilen her şey burda.ötesi yok...yıllar sonra eski en çok özlendiğinde aynı kaldırımlarn sarı yaprakları üstünde yürürken,annenin eli olmadan avuçlarda,ayn şeyler hayal edilcek işte yine.
bu şehir bu yüzden sevilmeye değer denecek.unutturmadığından...mutlu anılar...bir yanı var işte...unutmuşken unutturmuyor,ağlamazken yeniden ağlatıyor.aynı köşeler,aynı soğuk..aynı sarhoş yürüyüşler,saçma sapan gülüşler...